Sayfalar

10 Kasım 2014 Pazartesi

Balon Gazı Yüzünden Gerçekleşemeyen Hayaller

Bu yazıya denk gelipte bu başlığı okuyanlar eminim direk yazıyı es geçecektir. 
Ne diyor yahu bu kız? ya da Balataları sıyırmış bu, geç diğer bloğa :)
Hep böyle saçma başlıyorum yazılara ama anlayın beni. Hep sıkıntılıydım başlık yazma ve konuya giriş yapma konusunda. Türkçe derslerinde kompozisyonumdan kırılan notlar hep başlık ve giriş yüzündendi. Hala da aynı işte. 
Hayaller, hayaller...
İnsanları gözlemlemeyi çok seven biriyimdir. Oturup bir insanı dakikalarca gözlemleyip ne düşündüğünü anlamaya çalışmayı severim. Ama daha çok merak ettiğim konu hayalleri. Yani karşımdaki insanın hayalinde ne var? 
Kendim çok fazla hayalperest olduğumdan mı kaynaklı bilmiyorum ama hep merak etmişimdir diğer insanlarında kimselerle paylaşmadığı hayallerinin ne olduğu. 
Ben mesela müzik dinlemeyi ve bu karga sesimle şarkı söylemeyi o kadar çok seviyorum ki hayallerim küçüklükten bu yana şarkı söyleyip dans etmek olmuştur. Tekte değil haa.. Edindiğim can dostlarımla bir grup oluşturup yapacağız bunları. Medyanın oyunlarından uzak, bedeniyle değil sesiyle ve yetenekleriyle ön planda bir grubumun olmasını ve dünyaca ünlü olmamızı çok defa hayal etmişimdir. Haa farkındayım ama bende ne ses var ne yetenek :D Olsa da böyle kötü sektörde bu hayalin peşinden koşar mıydım emin değilim... 
Hayallerim bitmez benim. Lisedeyken madem sesim kötü şarkıcı falan olmayacağım - zira gerçekçi olmak lazım - o zaman doktor olacağım dedim. Dedim de oldum mu? Hayır.. Sayısal dersleri zayıf bir insandan doktor olabilmesi için YGS-LYS engellerini geçebilmek ne kadar olanaklıydı tartışılır. Belki ben yine hayallerim için yeterince savaşmadığım içindi. 
Saçma hayallerime daha fazla girmeye gerek yok sonuç ortada zaten. Anne ve babalarımızın söylediği gibi okuduk bitti ama iş bulup bir baltaya sap olamadık. Onca güzel hayal içinden çıkıp gerçek dünyada Türkiye'nin gerçeği olan sınavlar engelinden geçmeye çalışıyorum. 



Bu yüzden hayallerini gerçekleştirmiş veya hayallerinin peşinden koşup savaşan insanlar hep başarılıdır ve mükemmeldir gözümde. 

Ben bir hayal kuruyorsam bir gazla o işe başlar sonra balonun zamanla gazını kaybetmesi gibi hemen kaybederim o gazı ve o hayal mazi olur ya da adı üstünde sadece gerçek üstü dünyamı süsler. 
Aslında bunun benim tabir ettiğim 'balon gazının' dışında da bir sürü etkisi var. Ya yeterince o hayalin gerçekleşmesini istemiyorumdur ya da hayallerimi gerçekleştirmek için fazla tembelimdir.
Yine bir amacın, hayalin peşindeyim bu aralar. Balon gazım full. Umarım bu sefer hemen sönmez ve amacıma ulaşabilirim.
Hı bu arada en başta anlattığım grup kurma ve şarkıcı olma hayalim hala dünyamı zenginleştirir durur. Hayaller olmasa dünya çekilmezdi ki!.. 

 
 

6 Kasım 2014 Perşembe

Pardon, Zamanı Geri Alabilir miyiz Lütfen?

Pardon, Zamanı Geri Alabilir miyiz Lütfen?
Açık ve net! Alamayız. Alabilsek güzel olmaz mıydı? Bülent Ersoy'un tamlamasıyla fevkaladinin fevkinde olurdu.



Bu aralar fena şekilde geçmişi özlüyorum.
Hoppp gidelim bi 9 sene öncesine. Yaş 13 oluyor. 7.sınıf öğrencisiyim. Okulun tadını çıkartıdığım, öğrenciliğin dibini yaşadığım, ders notlarımın güzel olduğu hatta ilk aşkımı yaşadığım sene.
Ahh bundan bahsetmeden geçmeyeyim ama :D O zamanlardan belli zaten benim aşk hayatımın platoniklerden ibaret olacağı. Her tenefüs okulun bahçesinde arkadaşlarıyla basketbol oynayan uzun boylu, baby face denilebilecek tatlı biri vardı. Şuan hala yüzü gözümün önündedir. Çalışkan da bir tipti. Ben tabi onu gördükçe heyecanlanıyor bir köşede oturup izliyordum. Çoğu zaman Sıdıka misali cam önü çiçeği oldum. Sonrasında ismini bir şekilde (tamamen tavafukla) öğrenmiştim. Samet'ti adı. 8. sınıftı yani mezun oluyordu. O yaşta hissettiğim üzüntü şuan sadece yüzümü güldürüyor. Uzaktan uzaktan izleyip acı çekmek (ne acı ama!) bile güzeldi. Ah aşk acısı dedim de aklıma en büyük rezilliğim geldi. Yok ama bunu burada açıklamak için cesaret toplamalıyım. Günlükle ilgili bir felaket yaşadım ben. Hemde ne felaket :D Acaba o yüzden mi günlük tutamıyorum hala... Hatırladıkça yanaklarım alev alıyor..



Nerede kaldık, çocuklukta -ah birde laftan lafa atlamasam-  13 yaş şuan ki gençlere baktığımızda büyükmüş gibi gözükebilir ama bizim zamanımızda bildiğiniz çocuktuk. Bu kadar bilmişlik yoktu, bu kadar erken genç kız kategorisine girme çabaları okulun havalı kızları dışında kimsenin umurunda değildi. Çocuktuk yahu biz! Böyle anlatınca kendimi 30'lu yaşlarda hissettim halbuki sadece 22 yaşındayım (23 diyelim artık, 1 ay sonra 23 oluyorum). Ama seneler arasında o kadar fark var ki.. Üzülüyorum bu zamandaki çocuklara. Teknolojinin esiri olup çocukluklarını yaşayamayıp, kendilerini daha büyük yaştaymış gibi davranmalarına üzülüyorum.
Okul bitip ev kızı olduğum, iş, KPSS derdine düştüm için mi bilmiyorum. Ama gerçekten çok özlüyorum. Dertsiz tasasız, saçma sapan şeyleri dert edinmeyi hobi edinen, kuzenlerle oyun oynanan, karne aldığımız gün heyecanla eve gelip anne babaya gösterilen güzel karneden sonra beklenen ödülü, o zamanlarda yaşadığımız küçük heyecanları ve daha nicesine geri dönmeyi kim istemez ki. Çok harika bir geçmişi olmayan -hatta kötü denebilir- ben bile dönmek istiyorum. O zamanın verdiği masumluk, gerçek dünyadan uzaklık her şeyden güzel.
Geçmişe dönebilseydim çocukluğumu daha da doyasıya yaşardım ve asla büyümek istemezdim. Küçükken de büyümek istemedim ki ben. Hep çocuk kalmak, annemin, babamın minik yavrusu olmak istedim.
Şimdi de öyle, çocukluğuma dönüm hiç büyümeyesim var. Cemal Süreya'nın da dediği gibi;
Çocuk olsam yeniden, bir tek düştüğüm için acısa içim, ve kalbim; çok koştuğum zaman çarpsa sadece.




18 Nisan 2014 Cuma

Kore Klasik Müzik Gecesi

Bugün (17.04.14) birkaç gün önceden gitmeyi planladığım bir konser vardı! Kore Klasik Müzik Gecesi!.. Bölümün girişine asılmış posterde iki çekik tatlı bayanı görünce ilk başta bir şaşkınlık normal değil mi benim cimri üniversitem gitmiş taa Kore'den klasik müzik yapan 2 bayanı getirmiş! Benim için büyük olay. Bahar şenliklerini bile iptal eden okuldan bahsediyoruz. Şaşkınlığım geçtikten sonra tarihi saati not alıp gitmek için günler öncesinden planımı yaptım.

Arkadaşlar gelmez diye düşünüyorken onlardan bana teklif geldi 'hadi konsere gidelim bir değişiklik olur' dediler. Eee ben zaten dünden hazırdım ^^  Küçük bir utançlık yaşadım. Keşke gelmez diye düşüneceğime sorsaydım.
Benim şanssızlıklarım meşhurdur! O günde ek ders vardı. Konser akşamın 19:30'unda, benim dersimde tam o saatte bitiyor. Dersten koşarak kongre merkezine doğru arkadaşlarla koşuyoruz. Arkadaş ne dese beğenirsiniz ''Kendimi Türkan Şoray'ın filminde hissettim. Onlarda sinemaya gitmek için koşuyorlardı. Ne hallere düştük! '' Düşününce gerçekten onlardan farkımız yoktu. Tek amacımız yer kapmaktı. Ama ben her zaman ki gibi rahattım! Deli rahatlığı işte.. Neden mi? Benim düşüncem ' fazla kişi gelmez konsere yaa, birde klasik müzik hayatta gelmezler. Rahatça yer buluruz. Olmadı balkon kısmında buluruz canım.' Hıh tabi Yasemin'cim, bulursunuz sen daha çok beklersin.
Kongre merkezine gittiğimizde kapıdaki görevli karşıladı. Biz bakındık yer yok! Yer olmadığı gibi merdivenler bile dolu.. Ben hala rahatım, aman balkon tarafı boştur. Görevli demesin mi balkon kısmıda full! 'Hı?! Şaka dimi.' Ben böyle ilgi olacağını gerçekten düşünmemiştim. Ülkemizde klasik müziğe ilgi zaten az ama birde Kore gibi çok uzak bir ülkeye de ilgi az olur hipotezim tamamen çöktü. Okuldaki hocalarımızdan, rektöre, Kore Büyükelçiliğine, öğrencilere kadar bir sürü insan vardı. İlgi gerçekten çok güzeldi. Uzak kısımlarda merdivenin boş bir kısmına kıvrılarak izlemeye koyulduk. Bizim yetiştiğimiz kısım rektörün konuşmasının sonlarıydı. Kore kardeşliğinden ve Kore savaşından ufacık bahsetti. Ardından sunucu sahneye Kore Büyükelçisi Lee Sang Kyu'yu davet etti. Ancak sunucunun büyükelçinin ismini Lee(Li) diye yazıldığı gibi söyleyince gülmeme engel olamadım. Adam eminim 'daha ismimin nasıl okunduğunu bilmiyorlar' demiştir. Neyse büyükelçide konuşmasını yaptı. Kore ve Türk kardeşliğinden, Trabzonspor'dan ve Şenol Güneş'ten bahsetti. Evet yanlış duymadınız Trabzonspor ve Şenaol Güneş'ten bahsetti! Tabi arkadaşların bir yandan beni konuşmaya tutmasıyla adamın söylediğini anlayamam, çevirmen Koreli bayanın da zar zor çevirmeye çalışmasıyla pek bir şey anladığım söylenmez. Sadece büyükelçi Trabzonspor ve Şenol Güneş deyince alkışlar koptuğunu hatırlıyorum. Birde geçmiş zamanlarda Koreli bir futbolcu Trabzonspor'da oynamış (bunu ilk defa bugün öğrendim) bundan olsa gerek tanıması. Ayrıca büyükelçi Türk gençlerinin Kore'ye duyduğu ilgiden de bahsetti. Onlar bile farkında bu çılgın fanlığın. Korece dili ve edebiyatı bölümünün Türkiye'deki üniversitelerde yer alması için uğraştıklarından bahsetti. Kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasi ilişkilerin hızla geliştiğinden bahsetti. (Evet bu bilimsel anlamda da böyle. Türkiye ve G.Kore iş birliğinde Türkiye'de ilk ilaç 2017 yılında üretilecek! Yani her alanda Türkiye - Kore işbirliği hızla ilerliyor. Son yıllarda daha da net görüyoruz.)
Büyükelçinin konuşmasından sonrada piyanist Park Young ve violinist Kang Grace sahneye çıktı ve 45 dakikalık harika bir müzik keyfi yaşattı bize. Ben normalde piyano sesine aşığım ve en çok  çalmayı istediğim enstrüman piyanodur. Ancak o violinist o kadar başarılıydı ki! Kelimelerle anlatamam. Ben kemanın sesini gıy gıy şeklinde bulan, pek sevmeyen kişi viyola çalabilmeyi istedim bugün. Piyanistte çok başarılıydı ancak viyola biraz ezip geçti. Bu arada ben kadının çaldığının keman olduğunu zannediyordum ancak viyolaymış. Belkide bu yüzden viyolayı beğendim. Derseniz ne bu viyola diye aynı keman gibi! Hatta çok dikkat etmediğiniz sürece sesini bile kemanla karıştırabilirsiniz. Ben araştırana kadar karıştırmıştım :D Sadece birkaç farkı var. 1.si keman sol anahtarıyla notaları takip ederken viyola doğu anahtarını takip ediyor. 2.si ise tellerin yeri farklı. Yani ikisininde 4 teli var ancak kemanın 4.teli viyolada 3.tele, 3.tel 2.tele, 2.tel 1. tele tekabül ediyor. 4. teli de doğu teli denilen farklı bir tel. Seste bu yüzden 1 tık farklı oluyor.
Konserin ortasına doğru insanlardan bayılacağım şimdi - artık bitsin anlamında - artık neden bitmiyor sonunu merak ediyorum gibi laflar duyulmaya başlandı. Dedim işte bizim insanımızın klasik müzik sevgisi 15-20 dakika ancak sürüyor.
Sonlara doğru geldiğimizde bize olan bir sürprizleri vardı. Üsküdar'a Giderken şarkısını çaldılar! Anladığım kadarıyla bu Kore'liler bizi ya bu şarkıyla tanıyorlar ya da en kolay buldukları şarkı bu :) Violist şarkıyı çalmaya başlamadan önce 'Şıradaki Üsküdar'a Giderken' deyince salonda alkışlar koptu! ( Sıradaki demek istemedim kadın sıradan diyemedi şıradan dedi ). Tüm salon alkışlarla birlikte şarkıya eşlik ettik. Bazılarımız şarkıyı söyledi. En eğlendiğim kısım buydu herkes gibi. Onlarda ilgiden memnun kalmış olsa gerek gülümsemelerini, sürekli eğilmelerini eksik etmediler.
Son şarkıda ise Kore geleneksel müziğine ait bir paça çaldılar. Buna ne isim verdiklerini unuttum ne yazık ki. Kendileri bir notaya bakmadan o anki durumlarına ve isteklerine göre birbirleriyle uyumlu olacak şekilde belli notalara bağımlı kalmadan çalışıyorlar. Önce piyonistin piyanonun tahta kısmına eliyle tık tık tık şekilde ritim tutmasıyla başladı sonra viyolist kemanın tahta kısmıyla eliyle ritim tuttu, ayaklarıyla tık tık tık şeklinde ritim tuttuktan sonra enstrümanları çalmaya başladılar. Viyolist yine hünerini gösterdi. Viyola yayının uç kısmıyla viyolanın tek telinden uyumlu sesler çıkardı. Evet anlatırken garip geliyor ama dinlemeye değer diye düşünüyorum.
Bunların dışında arada bir ahjussi (aslında 35 yaşlarında falandı) ve 2 çocuğunu gördük. Nasıl tatlılardı çekik çekik gözler. Appa diye babasını çağırmalar, küçük bebişleri. Adamda gülümsemesini eksik etmiyordu, etrafındakileri anlamaya çalışıyordu. Ama yazık o da ayakta kalmıştı. Kimin nesiydi çözemedik. Tahminimce violist veya piyonistin eşi ve çocuklarıydı.
Diğer bir unutamayacağım kısımda Koreli tercümanın Türkçe cümleleri tam bitirememesi bazen yarım bırakması ve s'lere ş demesi (klaşik müzik) çoğumuzun yüzünde tebessüm bıraktı. Özellikle cümleleri yarım bırakması salonda sesli gülmelere sebep oldu.
Benim için keyifli bir gündü. Kore ve Türkiye arasında güzel ilişkilerin son hızla geliştiğini bir kez daha gördüm. Sadece İstanbul'da değil diğer şehirleride sardı bu ilişki. Music Bank, İstanbul'daki Kore etkinlikleri ve bu etkinlik ileride daha çok etkinliği getirebileceğini gösterdi. Bana bir kazancıda viyola çalma isteğiydi ^^
Dandik telefonum nedeniyle fotoğraf çekemedim. Arkadaşımın çektiği fotoğraflara ulaşırsam mutlaka güncelleyip buraya da eklerim ^^

 


20 Mart 2014 Perşembe

''Şimdi Onlar Düşünsün''


''Sonra bazı bebekler fakir doğarlar, fakir çocukları olur, fakir yaşarlar, belki de fakir ölürler. Hayat umutlardan ve hayal gücünden bir yer gibi görünebilir bazen. Forma alacak parası yoktur mesela bir çocuğun, sadece bir tükenmez kalemi vardır ve sınırsız hayal gücü... Sırtına sevdiği futbolcunun adını ve numarasını yazdırır. Artık o çocuk dünyanın en zengin çocuğudur. 
Kimse o çocuğun formasını çekemez ve yine kimse o çocuktan formasını isteyemez. Hayal gücü insanı zenginleştirir. Kalbi zenginleştirir. Fakir düşleri olanlardır asıl fakir olanlar. İstanbul'u bir beton yığını haline getirip her yanı milyonluk daireler yapan adam fakirdir ama ona sorsan fakir olan bu çocuktur. Sırf bu yüzden oğluma forma alabilecek kadar para kazanmak istiyorum ama eğer o formayı alamazsam da oğlumun buna böyle bir çözüm bulacak kadar zeki bir hayal gücüne sahip olmasını istiyorum.
Terlediğinde ya da yıkandığında sahip olduğun forma artık senin olmayabilir. Binalar yine zenginlerin ve sen hala fakirsin, umudu milyonlarla ölçülmeyen bir fakir. Bırak biz hep fakir kalalım, düşlerimiz zengin nasıl olsa... Şimdi onlar düşünsün.

Nefes anlık bir şeyse ve aldığımız nefesi bile verip öyle gideceksek; hiçbir şey bizim olamaz. O halde biz de hiçbir şey olamayız. Özetle bir hiçin sahip olduğu her şey bir hiçtir.''


Şuan gecenin iki buçuğu. Bir kitap okuyordum. Ahmet Batman'ın Sabah Uykum kitabı. Nette o kadar övülmüştü ki bu kitap tamam dedim alacağım. Tabi birde ismi etkiledi. Benim gibi uykuyu çoook seven biri için sabah uykum kadar değerli birini kitapta aramak istedim : )  Aslına bakarsanız alalı uzun zaman oldu ancak yeni yeni başladım okumaya yarısındayım. Aklımda yazmak hiç mi hiç yoktu. Bu aralar hayatımda farklı bir şey yok çünkü. Yazmak istiyordum ama yazacak bir şey bulamıyordum. Tıkanmıştım sanki. Bu gece de yatmadan önce biraz kitap okuyayım da öyle yatayım dedim. Sonra üstte yazdığım kısmı okudum. Ve beni çok etkiledi. Bir an önce yazmalıyım dedim ve oturdum bilgisayar başına. Çünkü biliyorum ki yazarım sonra deyip ertelersem yalan olacak.
Bu kitap tek sayfalık veya birkaç sayfalık bir insanın yaşayabileceği - ki eminim herkes en azından bir kısmında kendisni bulacaktır - aşk hikayelerini, ayrılıkları, unutulmayan lise aşkını ve üstte yazdığım yazı gibi şeyler içeriyor. Bu yazı beni etkiledi çünkü kitabı okumadan önce yukarıdaki fotoğrafı nette görmüştüm ve fotoğrafa uzunca bakmıştım. Gözlerim dolmuştu. O çocuğun zekasına, hayal gücüne, umuduna, mutluluğuna, mutsuzluğuna tanık olmuştum. Ve bu gecede bu yazıyı kitapta görünce şaşırdım, mutlu oldum. Sayın Batman söylemek istediklerimin çoğunu zaten en güzel şekilde anlatmış.
Mutluluğu, zenginliği çoğu insan parada ararken o çocuğun kendi vücudunu forma olarak kullanması eminim ki miniği bir çok kişinin parayla mutlu olduğundan daha fazla mutlu etmiştir. Kendisini bir Ronaldo gibi görmüş hayallerinin peşinden koşmuştur.
Ve itiraf ediyorum ben bu çocuk kadar zeki ve güçlü değilim. Bu yüzden kendimden utandım. Kırk yıl düşünsem diye bir tabir vardır ya aynen öyle işte kırk yıl düşünsem böyle bir şey yapmak aklıma gelmez.
Çoğu ünlüleri özellikle yurt dışındakileri görüyoruz uyuşturucu batağındalar. Paraları var, şöhretleri var, bir sürü sevenleri var. Ancak mutlu değiller. Neden? Çünkü hayal edecek şeyleri kalmamış, kendilere göre her şeye sahipler artık mutlu olamıyorlar ve yanlış yerlerde mutluluğu arıyorlar. Ya da para sapıtıyor insanları.
Bu gece bu yazıdan ve bu fotoğraftan çıkardığım çok şey oldu.

1- Ne durumda olursan ol güçlü ol!
2- Hayal kurmaktan vazgeçme! Ve hayallerine koşmak için mücadele et.
3- Mutluluğu parada arama. Küçük şeylerden mutlu olmasını bil.
4- Kendi mutluluğunu kendin yarat.

Ben bu kitabı sırf şu yazı için bile alıp okuduğum için mutlu oldum. Bunları bana hatırlattığı ve yönlendirdiği için Atmet Batman'a teşekkür ediyorum : )

Şuan çoğu kişi uyuyor. Ben gece kuşu da bu geceyi mutlu geçireceğim, kulağıma müziği takıp hayallerle ve sahip olduğum güzelliklerle mutlu olacağım. Her şeye sahip olduğunu iddia edenlere inat kendi mutluluklarımı kendim yaratacağım!

Hey siz uykucular, rüyanızda sevdiklerinizi görün... Tatlı uykular, tatlı rüyalar ^^

16 Şubat 2014 Pazar

Yaman Ayrılık

Bu sabah İstanbul'dan okuduğum şehir olan Trabzon'a geldim. Koskoca güzel tatil nasıl bu kadar hızlı geçti anlamıyorum. Zamana dur diyemiyoruz işte akıp gidiyor bize sormadan. Önce çocukluğumuzu sonra gençliğimizi alıp götürüyor. Biz evlatlar büyüyoruz anneler, babalar yaşlanıyor. Korkular başlıyor sonra. Şu küçük ayrılıklara bile dayanamazken, evindeki son gecen de uyku tutmazken, yatakta kıvranırken bir gün 'o' başa gelirse nasıl dayanırım?! İsmini bile söylemeye çekindiğim, o kelimenin yanına anne ve babamı koyamadığım olay başımıza gelirse. Yavaş yavaş buna kendime hazırlayayım diyorum dakikasında bir hışımla o düşünceden uzaklaşıyorum.
Fazla kasvetli mi başladım ne! Duygusallığıma ve ayrılığın ilk gününe veriyorum bunu. Görende beni ilk defa ailesinin yanından ayrılıyor sanır. Halbuki 4. senemdeyim. Ama hala ayrılıklara alışamadım. Hala evimden çıkarken, anneme babama sarılırken ve onların gözlerindeki hüzünleri görürken ayrılmaya hala alışamadım. Alışamayacağım da. Sevdiklerimizden hiç ayrılmasak ne güzel olur değil mi? Ama biliyorum bu ayrılıklar olmasaydı şuan ki düşüncelere sahip olamayacaktım. Ayrılığın bu denli acısını tatmayacak onların benim için bu kadar önemli olduklarını anlamayacaktım. Bu da bir avuntu işte.
Ayrılırken en çok onlarla daha fazla zaman geçiremediğim için üzülüyorum. Koskoca 4 senemi onlardan ayrı geçiriyorum. Ailemle birlikte yapmam gereken çoğu şeyden mahrum kalıyorum. Bu 4 sene benden annemi,babamı ve kardeşimle geçireceğim güzel zamanları çalıyor.
Oysa şuan evimde olsaydım büyük ihtimalle annemle sofra hazırlayacak ailecek birlikte yemek yiyecektik. Annemin o güzel yemekleriyle midemi dolduracaktım. Sonra derbi maçı için dayım bize gelecekti. Kardeşim her zaman ki gibi maça gidecekti. Dayım ve babam beni sinir etmek için ellerinden geleni yapacaklar, annem odasına çekilip bu maç eziyetinden kurtulmaya çalışacaktı. Takımım kazandığı zaman mutlu olacak, yenildiği zaman oflayıp puflayıp somurtacaktım. Ama asla yalnız olmayacaktım. Kardeşim gelip dalga geçecekti çok sinir olacaktım, birçok kez tartışacaktık belki ama yinede kalbimin gizli köşesi mutlu olacaktı.
Şimdi mi? Evet yurtta 4 duvar arasında bilgisayar eşliğinde yalnızım. Ayrılık, yaman ayrılık.
Galiba her zamankinden biraz daha duygusalım bu aralar. Arkadaşımın kardeşinin vefat etmesinden sonra, 2013'teki ölümlerin ard arda olması daha da tetikliyor beni.
Ailesinden güle oynaya ayrılan, okuluna gitmek için gün sayanlardan olamadım. Ailesinin yanında okuyanlara özenenlerden oldum. Sorun kimde bilmiyorum ama ben bu ayrılığa hiçbir zaman alışamayacağım. Hiçbir zaman ailemden ayrılırken mutlu olmayacağım.
Ama biliyorum ki bu ayrılıkların bana getirileri de çok. En önemlisi aile kavramını bana bu kadar çok önemli olduğunu hatırlattığı için, sevdiklerimizle geçirdiğimiz 1 saniyesinin bile değerinin ne kadar çok önemli olduğunu anladığım için, okuyup bir yerlere gelmem gerektiği için bu ayrılıklara bir teşekkürde etmek gerekiyor.


Bu kadar duygusallığın üstüne babamın sırf çok seviyorum gitmeden önce kızım yesin diye aldığı pastayla mideleri kazındıracak görüntüyle yazıya son veriyorum...


Evet pastaya karşı zaafım var. Özelliklede çikolatalı pastaya...




1 Şubat 2014 Cumartesi

Kimim Ben?

İlk yazının aceleye gelmesiyle kendimi tanıtmayı unuttuğumu fark ettim! İnsan kendini tanıtmayı nasıl unutursa artık, unutkanlıkta o kadar aştım işte kendimi.Bugünkü yazımda kimin nesiyim ondan bahsedeceğim.
Ben Yasemin soyadım Kim falan değil tabiki de. Büyük hayranı olduğum Kim Hyun Joong'dan geliyor o Kim. Tabi tek sebebi oda değil. Kimliğimi burada açıkça belli etmeyeceğim için soru anlamında bir 'Kim' anlamı taşıyor. Asıl sebebi budur! Trabzon'da öğrenciliğimin son demlerini yaşamaktayım. Yani 4.sınıfım.Yurtta kalıyorum (blogumu takip eden yemekle ilgilenen arkadaşlar varsa önerebileceği yurtta ateş ocak olmadan yapılabilen yemekler varsa önerileri bekliyorum bunu da araya sıkıştırdım :D ) O yüzden olsa gerek 'okul bitince ne yapacağım?' sıkıntısı şimdiden beni sardı,gecelerimi uykumu bile bölüyor. Özellikle de bugünlerde herkesin okul bitince ne yapacaksın soruları beni yeterince boğuyor! KPSS diye bir gerçek varken ne yapmamı bekliyorlarsa. 89-90 ile atama yapılıyorken ve B grubundan gireceğim için 2 senede bir yapılıyor bu senede sınav var. Bu senenin yoğunluğuyla ne KPSS çalıştım ne ALES. Ales'e formasyon alabilmek için yani öğretmenlik için gireceğim. Kazanırsam 1 sene daha okuyacağım. Kazanamazsam ikisini de ne yapacağım bilmiyorum özeller alım yapsa da 3 aylık bir staj  istiyorlar ki okulda zorunlu staj diye bir şeyde yok! Bendeki tamamen devlette bir yerlere tutunma mücadelesi. Sonum mu bence aşağıdaki karikatürün adın versiyonu gibi olacak..



Bu sıkıcı konuları bir an önce geçelim bence. Dediğim gibi Trabzon'da okusam da İstanbul'da yaşıyorum. 1 tane erkek kardeşim var. O da üniversite 1.sınıfta okuyor. Ailem değerlilerimin en değerlisi. Bunu insan uzak diyarlarda olunca daha iyi anlıyor.
22 yaşındayım, yay burcuyum.
Kitap okumayı sevsem de tembellikten çok fazla okuyamam. Tembellik konusuna girmişken aslında tembel değilim sadece fazla üşengecim. Bu üşengeçlik yüzünden annemden fazlaca azar işitirim.

Öyle ki bir banyo yapmak bile bazen gözüme Everes dağına çıkmak gibi bile gözükebiliyor.
Müzik hayatımın bir parçası. Genellikle slow şarkılar dinlemeyi severim. Bunu da daha yeni mp3'üme baktığımda yarısından fazlasının slow olduğunu görünce anlamış bulunmaktayım. Dinlemesi kadar söylemesini de çok severim. İşte asıl sorun burada :) Gözlerimi kapatıp şarkı söylemeye başlayınca kendimi dünya starı hissederken çevremdekilerden 'artık sus Yasemin' , 'yeter git başka yerde şarkı söyle' ya da ' söylemeyi bırakta şarkının güzelliğini duyalım' tarzında eleştiriler aldığım için müzik hayatıma sadece dinleyici olarak kalmayı tercih ettim :) Yalnızken söylüyorum bende,duvarlarında dili yok susup dinlesinler beni.

Yazı yazmayı çok severim. Kendimce yazar dururum. Hatta bu sene bir senaryo tarzında birşey yazmaya başladım bir web sitesinde de paylaştım. Şuan baktığımda beğenmiyorum yazdıklarımı ama yazarken mutlu oluyorum, beni hayaller alemine götürüyor ve istediklerimi oralarda yaşıyorum. Bu bile yazmam için bir sebep. Ne kadar kötü olursa olsun yazmaya devam...
Sıkı Galatasaray taraftarıyım. Bu sene pek takip edemesem de takımıma adeta aşığım hatta bazen ilerideki eşimi Galatasaray'dan çok sevemeyeceğimi bile düşünebiliyorum. Galatasaray ve Türkiye maçlarında kendimi kaybedebiliyorum. Öyle ki en son Türkiye maçında (dünya kupasından elendiğimiz maç) sinirlenmiş televizyonu kapatmıştım. Babama da izletmemiştim adamcağız mutfağa gidip küçücük televizyonla izlemek zorunda kalmıştı. Sırf beni sinir etmek içinde gol yedikçe bana sesleniyor ve söylüyordu inadına. Eh bende o zaman biraz kırıcı konuşmuş,sesimi yükseltmiştim. Ama babacığım seninde yaptığın iş mi yani!.Ben televizyonu kapatıyorum sen bana yediğimiz golleri söylüyorsun...Yaptığım yanlış olsa da kendimi tutamıyorum konuşuyorum,bağırıyorum. Sırf bu yüzden kardeşim benimle maç izlemek istemez mesela. Ben ondan çok yorum yaparım, sinirlenirim. Bu konuda kesinlikle dayıma benziyorum!
Çok süs püs sevmem. Hatta bu yaşıma kadar topuklu ayakkabı giymişliğim bile yoktur. Spor giyinmeyi severim,rahatlığıma düşkünüm. Converse ayakkabılar 1 numaram. Makyaj anlayışım rujdan ibaret.O da dudağım fazla kuru olduğu için. Özel birşeyler olmadığı veya kendimi mutlu hissetmediğim sürece kalem,rimel vs. sürmem.
Yanaklarım al aldır. Kendimde en sevmediğim şeylerden biride bu. Herkesin ilk dikkatini çeken onlarda hayranlık uyandıran birşey olsa da utandığımda, üşüdüğümde, sıcakladığımda, bunaldığımda kırmızılık olayı bende abartılı bir hal alıyor. Bu seferde garip bakışlar altında kalıyorum. Elma yanaktan domatese doğru geçiş yapıyorum. Sadece bu paragrafı okuyan arkadaşlarım bile beni tanırlar eminim :D
İnsanlara karşı ilk yaklaşımım çok soğuktur genelde. Önce insanları gözlemlerim sonra eğer benim anlaşabileceğim biriyse yavaş yavaş yaklaşırım. Samimi olduğum insanlar çok fazla değildir. Liseden 3 arkadaşımla üniversiteden 4 arkadaşımla can ciğerim. Diğerleriyle selamım ve nasılsınım olsa da soğuk nevalelikten pek yaklaşmam. Aslında birazda çekindiğim için. Nedenini bilmesem de çekiniyorum. 
Çokça utangaç ve çekingen bir insanım. Utandığım zaman yanaklarım domatese dönerek beni rahatlıkla ele verir.
Yemek yemek benim için büyük bir zevk. Hayatın anlamı. Basit bir yemeğe bu kadar anlam yüklenir mi demeyin. Ben yüklüyorum :D Özelliklede abur cubur,tatlı,hamur işleri ... Ahh ağzım sulandı. Yemesi kadar yapmasını da severim ama daha çok hamur işi yaparım. Belki ileride yaptığım şeyleri de paylaşırım..
İnsanlarda ilk önce saygı ararım. Saygısız insanlara karşı tahammülüm '0' Kalbi güzel olmayan insanlardan kaçarım. Kendimi övmek için söylemiyorum ancak fazla merhametliyim. Bu yüzden duygusalım. Ota ... ağlıyor derler ya bende onlardanım. Hemen gözlerim dolar, yaşlar süzülür.
Çocuklar ve ağlayan erkekler zayıf noktam. Normalde insanların isteklerine,ricalarına hayır diyemem ama çocuklara hiç diyemem. Hayır demeyi öğrenmeliyim! Erkekleri bize hep güçlü kişilikler olarak empoze ettikleri için onları ağlarken görünce bende karşısında ağlıyorum. Bu yüzden ileride sevgilim olunca bunu bana karşı kullanmaz umarım!Çünkü hemen yumuşarım.
Kin tutamam. Hatta bana dünyada en büyük kötülüğü yapan, hayatımı altüst eden ve beni bir sırla baş başa bırakan insanla aynı ortamda kalabiliyorum (zorunlu olduğum için) . Sevdiğim diğer insanlara katlanmak için o insana (!) katlanıyorum. Ancak eminim ki benim yerimde başka biri olsa bunu hayatta yapmazdı.
Yalandan nefret ederim. Kandırılmak, salak yerine koymak kimin hoşuna gider ki!
Kendime karşı özgüvenim çok zayıf. Kendimi güzel bulmam, yaptığım işleri kolay kolay beğenmem. 
Mükemmelliyetçiyim. Yaptığım işin kusursuz, sorunsuz olmasına dikkat ederim ancak hep bir sorun bulurum.Ufacıkta olsa bu gözümde büyür.
Tezat kişiliğe sahip biriyim sütü sevmeme rağmen salep kışın favori içeçeğim olup sütlaç en sevmediğim tatlı olur. Kendi içimde çekişmelerim var.
Çok kararsızımdır. Basit birşey bile olsa seçim konusu saatlerimi bile alır.
İnsanların düşünceleri beni çok çabuk etkiler.Özellikle de sevdiğim kişilerse  düşünceleri ister istemez beni etkisi altına alır.
Dizi izlemeyi eskiden hiç sevmezdim.Meğerse benim alıp veremediğim Türk dizileriymiş. Bu son 6-7 aydır Kore dizilerine fazlasıyla sardım. Başına oturunca 2-3 günde 20 bölümlük diziyi bitiriyorum. O günlerde sosyal hayatım sıfırlanıyor, bilgisayar başından sadece temel ihtiyaçlarım için kalkıyorum. Fena bağımlılık yapıyor. Bu durumdan en muzdarip kişiler ailem! Özellikle annem ve kardeşimin sürekli dilinde alay konusu oluyorum. Babacığım Allah'tan bana kıyamıyor. 
Aklıma gelenler bu kadar.Uzun zamandır yazamadım. Çok istedim ama önce tezim sonra sınavlarım sonra hastalığım eklenince yazmak nasip olmadı. Şükür bu yazıyıda 1 haftadır kısım kısım yazdım. Başa dönüp okumaya üşeniyorum. Umarım kopukluk yoktur. Kendim hakkımda ilk aklıma gelenler bunlar oldu. Okuyan arkadaşlarıma kendimi daha iyi tanıtmak istedim. Fazla uzattım farkındayım, inşallah sizi sıkmamışımdır.Herkese güzel hafta sonları diliyorum :)